National Geographic Türkiye - Dosya: Büyük Göç - Sayı: 115 Kasım

Hazırlayan:
Chris Johns / Nesibe Bat
Stok Kodu:
1199138880
Boyut:
18x26
Sayfa Sayısı:
172 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2010
Çeviren:
Gülşah Seral Aksakal; Fahire Kurt
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Kuşe Kağıt
Dili:
Türkçe
0,00
1199138880
524968
National Geographic Türkiye - Dosya: Büyük Göç - Sayı: 115      Kasım
National Geographic Türkiye - Dosya: Büyük Göç - Sayı: 115 Kasım
0.00
İÇİNDEKİLERDEN BAZILARI:
• Büyük Göç

• HANLAR

• Mezardan Çıkan Aztekler

• Güney Sudan Eğreti Barış

• Türkiye'de Zor Göç - Oya Ayman

Fotoğraf: Gavin Newman, © Greenpeace

Kaf Dağı, bir gün bulutların arasından uzaklara bakarken uçsuz bucaksız mavilikleri gördü. Merak edip, bilge Simurg kuşuna sordu. Simurg, "O gördüğüne deniz derler. İçinde çeşit çeşit balık bulunur. Sen ne kadar yüceysen, o da o kadar engindir" diye yanıtladı. Yüce dağ, bu engin mavi suyla birleşmeyi, yüceliğini enginlikle taçlandırmayı istedi ve yüreğindeki soğuk suları yeryüzüne salmaya karar verdi. Ancak suya bir yoldaş gerekirdi; yücelikle enginliğin arasında güçlü bir köprü olsun diye... Bunun için yüce dağ, yüreğinde beslediği yüce balığı suya yol arkadaşı verdi. Ama salmadan önce ona nasihat etti: "Amacının denize ulaşmak olduğunu unutma. Tepeleri aşamazsan, çevresini dolan. Önüne kaya çıkarsa, birikerek üstünden aş. Yokuş çıkarsa, menderesler çiz. Uçuruma rastlarsan, açıp kanatlarını bırak kendini. Sonunda ulaş denize. Denizin hikâyesini öğren ve bana geri dön. Giderken uçarak geçtiğin yerleri, dönerken tırmanacağını unutma." Söz verdi yüce balık, yüce dağa, denize ulaşacağına dair. Akarsularda alabalıklar, yücelikle enginliği buluşturmak için denize doğru yol alıyor yüzyıllardır ve çoğalmak üzere, doğdukları kaynağa geri dönüyorlar. Ancak son zamanlarda birçoğu yollarının üzerindeki engelleri aşamaz, denize ulaşamaz oldu. Yüzdükleri akarsular kirlendi, yatakları değiştirildi, aşamayacakları barajlar yapıldı yollarının üzerine. Derken yüce dağın suyu giderek azaldı. Balığın suyunu insan aldı, tarla sulamak, elektrik üretmek için... Denize ulaşamayanlar nesillerini sürdürebilmek için yüksek dağların arasında kalan son sulara sığınırken, diğerleri denizle dağ arasındaki göç yolculuklarını sürdürmeye çalışıyor... Bu öyküyü, Van Gölü'ne özgü inci kefalinin soyunun tükenmesini önlemek için yıllardır mücadele eden Prof.Dr. Mustafa Sarı'dan dinledim. Haziran ayında gölden, yumurtalarını bırakmak üzere nehirlerin kaynağına yüzen inci kefalinin göçünü izlemek üzere Van'a gitmiştim. Çağlayanlar yaparak akan bir derenin kıyısına geldiğimizde, göç mevsiminde yasak olmasına rağmen balıkları avlamak için yollarının kayalarla kapatıldığını gördük. Balıklar can havliyle taşları aşmaya çalışıyor ama başaramıyorlardı. Prof.Sarı, hiç düşünmeden pantolonunun paçalarını sıvadı ve nehre girip koca taşları devirerek balıkların yolunu açtı. Ardından yasağa rağmen avlananları jandarmaya haber verip cezalandırılmalarını sağladı. Balıkların yola devam edebilmesi için kendini tehlikeye atan Sarı, bir masal kahramanı gibiydi; çabasını hayranlıkla izlemiştim. Üreme döneminde inci kefalinin her biri karnında ortalama 10 bin yumurta taşıyor ve neslini sürdürebilmesi, yumurtlama alanlarına rahatlıkla göç edebilmesine bağlı. Prof. Sarı'nın inci kefalini koruma çalışmaları sayesinde Van'da üreme döneminde yapılan kaçak avcılık, yüzde 60 oranında önlendi. Ama halen 9-10 bin ton balık avlanıyor ve bunun 4 bin tonu kaçak avcılık. Bugün Türkiye'de inci kefali gibi üremek için akarsulara ya da nehir kaynağına göç eden alabalıklar, Ege ve Marmara'dan Karadeniz'e göç eden lüferler, uskumrular, yunuslar, Doğu Akdeniz'e göç eden orkinoslar, balıkçı ağlarından, baraj setlerine kadar çeşitli engeller nedeniyle yavrulayamadan ölüyor. Ya da birçoğu henüz üreme yaşına gelmeden avlanıyor. Bu yüzden neslini sürdüremeyen pek çok balık türü yok olmak üzere. Göç sırasında üzerlerindeki baskı sadece avlanmaları ya da engellenmeleriyle kalmıyor. Bu hassas türler su sıcaklığındaki olağandışı değişimler, gürültü, besin kaynaklarını ve sudaki oksijeni yok eden kirlilik gibi pek çok şeyden etkileniyor. Örneğin, yetişkin bir alabalık ideal olarak 13-16 °C su sıcaklığında yaşıyor ve yumurtlama döneminde daha soğuk sulara ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden eylül-aralık arasında akarsuların doğduğu soğuk, temiz ve hızlı akan kaynağa yakın kısımlarına göç ediyorlar. Dişi balık, tabanı küçük çakıllarla kaplı alanda yuva açıp, yumurtalarını bırakıyor. Onu izleyen erkek, yuvanın üst kısmında duruyor ve spermlerini bırakarak yumurtaların döllenmesini sağlıyor. Dişi-erkek birlikte, yuvayı küçük çakıllarla kaplıyor ve larvalar, 7-10 °C su sıcaklığında 40-70 günde yumurtadan çıkıyor. Prof. Mustafa Sarı, "Yirminci yüzyıl alabalıklar için felaket yüzyılı sayılıyor. Çünkü bu dönemde akarsular üzerine barajlar, nehir tipi HES'ler yapılarak balıkların göç yolları kesiliyor. Ayrıca ormansızlaşma, seller, kirlenme ve iklim değişimi habitatlarını tehdit ediyor" diyor. (...)

Devamı National Geographic Türkiye Kasım 2010 sayısında...

İÇİNDEKİLERDEN BAZILARI:
• Büyük Göç

• HANLAR

• Mezardan Çıkan Aztekler

• Güney Sudan Eğreti Barış

• Türkiye'de Zor Göç - Oya Ayman

Fotoğraf: Gavin Newman, © Greenpeace

Kaf Dağı, bir gün bulutların arasından uzaklara bakarken uçsuz bucaksız mavilikleri gördü. Merak edip, bilge Simurg kuşuna sordu. Simurg, "O gördüğüne deniz derler. İçinde çeşit çeşit balık bulunur. Sen ne kadar yüceysen, o da o kadar engindir" diye yanıtladı. Yüce dağ, bu engin mavi suyla birleşmeyi, yüceliğini enginlikle taçlandırmayı istedi ve yüreğindeki soğuk suları yeryüzüne salmaya karar verdi. Ancak suya bir yoldaş gerekirdi; yücelikle enginliğin arasında güçlü bir köprü olsun diye... Bunun için yüce dağ, yüreğinde beslediği yüce balığı suya yol arkadaşı verdi. Ama salmadan önce ona nasihat etti: "Amacının denize ulaşmak olduğunu unutma. Tepeleri aşamazsan, çevresini dolan. Önüne kaya çıkarsa, birikerek üstünden aş. Yokuş çıkarsa, menderesler çiz. Uçuruma rastlarsan, açıp kanatlarını bırak kendini. Sonunda ulaş denize. Denizin hikâyesini öğren ve bana geri dön. Giderken uçarak geçtiğin yerleri, dönerken tırmanacağını unutma." Söz verdi yüce balık, yüce dağa, denize ulaşacağına dair. Akarsularda alabalıklar, yücelikle enginliği buluşturmak için denize doğru yol alıyor yüzyıllardır ve çoğalmak üzere, doğdukları kaynağa geri dönüyorlar. Ancak son zamanlarda birçoğu yollarının üzerindeki engelleri aşamaz, denize ulaşamaz oldu. Yüzdükleri akarsular kirlendi, yatakları değiştirildi, aşamayacakları barajlar yapıldı yollarının üzerine. Derken yüce dağın suyu giderek azaldı. Balığın suyunu insan aldı, tarla sulamak, elektrik üretmek için... Denize ulaşamayanlar nesillerini sürdürebilmek için yüksek dağların arasında kalan son sulara sığınırken, diğerleri denizle dağ arasındaki göç yolculuklarını sürdürmeye çalışıyor... Bu öyküyü, Van Gölü'ne özgü inci kefalinin soyunun tükenmesini önlemek için yıllardır mücadele eden Prof.Dr. Mustafa Sarı'dan dinledim. Haziran ayında gölden, yumurtalarını bırakmak üzere nehirlerin kaynağına yüzen inci kefalinin göçünü izlemek üzere Van'a gitmiştim. Çağlayanlar yaparak akan bir derenin kıyısına geldiğimizde, göç mevsiminde yasak olmasına rağmen balıkları avlamak için yollarının kayalarla kapatıldığını gördük. Balıklar can havliyle taşları aşmaya çalışıyor ama başaramıyorlardı. Prof.Sarı, hiç düşünmeden pantolonunun paçalarını sıvadı ve nehre girip koca taşları devirerek balıkların yolunu açtı. Ardından yasağa rağmen avlananları jandarmaya haber verip cezalandırılmalarını sağladı. Balıkların yola devam edebilmesi için kendini tehlikeye atan Sarı, bir masal kahramanı gibiydi; çabasını hayranlıkla izlemiştim. Üreme döneminde inci kefalinin her biri karnında ortalama 10 bin yumurta taşıyor ve neslini sürdürebilmesi, yumurtlama alanlarına rahatlıkla göç edebilmesine bağlı. Prof. Sarı'nın inci kefalini koruma çalışmaları sayesinde Van'da üreme döneminde yapılan kaçak avcılık, yüzde 60 oranında önlendi. Ama halen 9-10 bin ton balık avlanıyor ve bunun 4 bin tonu kaçak avcılık. Bugün Türkiye'de inci kefali gibi üremek için akarsulara ya da nehir kaynağına göç eden alabalıklar, Ege ve Marmara'dan Karadeniz'e göç eden lüferler, uskumrular, yunuslar, Doğu Akdeniz'e göç eden orkinoslar, balıkçı ağlarından, baraj setlerine kadar çeşitli engeller nedeniyle yavrulayamadan ölüyor. Ya da birçoğu henüz üreme yaşına gelmeden avlanıyor. Bu yüzden neslini sürdüremeyen pek çok balık türü yok olmak üzere. Göç sırasında üzerlerindeki baskı sadece avlanmaları ya da engellenmeleriyle kalmıyor. Bu hassas türler su sıcaklığındaki olağandışı değişimler, gürültü, besin kaynaklarını ve sudaki oksijeni yok eden kirlilik gibi pek çok şeyden etkileniyor. Örneğin, yetişkin bir alabalık ideal olarak 13-16 °C su sıcaklığında yaşıyor ve yumurtlama döneminde daha soğuk sulara ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden eylül-aralık arasında akarsuların doğduğu soğuk, temiz ve hızlı akan kaynağa yakın kısımlarına göç ediyorlar. Dişi balık, tabanı küçük çakıllarla kaplı alanda yuva açıp, yumurtalarını bırakıyor. Onu izleyen erkek, yuvanın üst kısmında duruyor ve spermlerini bırakarak yumurtaların döllenmesini sağlıyor. Dişi-erkek birlikte, yuvayı küçük çakıllarla kaplıyor ve larvalar, 7-10 °C su sıcaklığında 40-70 günde yumurtadan çıkıyor. Prof. Mustafa Sarı, "Yirminci yüzyıl alabalıklar için felaket yüzyılı sayılıyor. Çünkü bu dönemde akarsular üzerine barajlar, nehir tipi HES'ler yapılarak balıkların göç yolları kesiliyor. Ayrıca ormansızlaşma, seller, kirlenme ve iklim değişimi habitatlarını tehdit ediyor" diyor. (...)

Devamı National Geographic Türkiye Kasım 2010 sayısında...

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat