“Burada ‘Stanislavski Yöntemi' olarak değinilen yöntemin en büyük özelliği, onun herhangi bir kimse tarafından uydurulmamış ya da bulgulanmamış olduğudur. Hem ruh, hem vücut yönünden doğamızın bir parçasıdır bu yöntem. Doğa yasaları üzerine kurulmuştur. Bir çocuğun doğuşu, bir ağacın büyümesi, sanatlı bir imgelemin yaratılışı, bütün bunlar, belirli, ortaklaşa bir düzenin görüntüleridir. Biz dünyaya o yöntemle, içimizde bulunan bir yaratıcılık yeteneğiyle geliriz. Bu yetenek bizim doğal zorunluluğumuzdur; bunun için de onu doğal bir yöntem olarak tanımlamanın dışında, nasıl bir anlatıma kavuşturmak gerektiğini bilmediğimiz sanılır.
“Bununla birlikte, şaşılacak yön şudur ki, sahneye adımımızı attığımız anda doğal yeteneğimizi yitirir ve yaratıcı bir çabayla oynayacağımız yerde, rolümüzün göz boyayıcı, gösterişli kesimlerine kaptırırız kendimizi. Bizi böyle oynamaya iten nedir? Yaratıyı seyirci topluluğu önünde gerçekleştirme koşulundan doğan yükümlülük. Sahnedeki sunuşta zorlama, basmakalıp gerçek dışılık gizlenemez; sözler ve hareketler bir yazar tarafından bize buyrulmuştur; dekor bir ressam tarafından hazırlanmıştır; sahneleme bir yönetmen tarafından tasarlanıp bitirilmiştir; bizler kendi bunalımımız içinde kıvranıp dururuz, öte yandan sahne korkusu, bayağı beğeni ile uydurma gelenekler de yaratıcı çabamızı engeller.
“Bütün bunlar oyuncuyu gösterişçiliğe, içtenliksiz oynamaya zorlar. Bizim oyunculuk anlayışımız -rolü yaşama sanatı- yürürlükte bulunan öteki oyunculuk 'ilkeleri'ne bütün gücüyle baş kaldırmakta, karşı koymaktadır. Biz şu karşıt ilkeyi savunuyor ve diyoruz ki, hangi biçimde olursa olsun, yaratıcılıkta baş etmen, insan ruhunun yaşamıdır, oyuncu ile rolünün ortaklaşa duyguları ve bilinçaltı yaratmadır...”