#smrgKİTABEVİ Köklerimin İzinde Babakale Köyceğiz - 2025
Editör:
Kondisyon:
Yeni
Sunuş / Önsöz / Sonsöz / Giriş:
Basıldığı Matbaa:
Kanyılmaz Matbaacılık
Dizi Adı:
ISBN-10:
6259558837
Kargoya Teslim Süresi (İş Günü):
3&7
Hazırlayan:
Cilt:
Amerikan Cilt
Boyut:
13x21
Sayfa Sayısı:
192
Basım Yeri:
İzmir
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2025
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Enso
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
140,00
Havale/EFT ile:
135,80
Siparişiniz 3&7 iş günü arasında kargoda
1199236225
623209
https://www.simurgkitabevi.com/koklerimin-izinde-babakale-koycegiz-2025
Köklerimin İzinde Babakale Köyceğiz - 2025 #smrgKİTABEVİ
140.00
“Ben her sabah Çanakkale'de, güneşle birlikte Atatürk'ün de doğduğuna inanıyorum. Soluduğumuz havayı büyük kurtarıcımız da soludu. Rüzgar onun yüzüne ve kirpiklerine de dokundu bizim gibi. Toz, toprak, yağmur ona da değdi. Burası çok farklı bir şehir. Her noktası şehit kanlarıyla sulandı. Bu yüzden Çanakkale'yi çok seviyorum.”
Taşçı'nın gözleri bir kartal gibi çok uzaklara kilitlendi. Neredeyse bin dokuz yüz on beş yılının yirmi beş nisanında, ilk taarruzun püskürtüldüğü gün, Mehmetçik'e süngü taktırıp, “Ben size taarruz değil ölmeyi emrediyorum.” diyen gazi komutanı görür gibi oldu.
“Biz ölünceye kadar geçen zamanda yerimizi ancak başka komutanlar alabilir.” dedi. Çehresinin gerisinde yüzyılların görkemi, bol yarımadası'nın güneşi, düştüğü yerden dimdik yükselen Mustafa Kemal Atatürk'ü görebilmekteydi.
Hiçbir sarhoş şimdiye kadar böyle Taşçı'nın gördüğü kadar çok, boş vakit ve zaman israf etmemişti.
Taşçı'nın kaderine yazılmış ve bugünkü tarihe kaydedilmiş önemli bir buluşması vardı. Kahvaltıya indiğinden beri yüreği pir pir etmekteydi. Ne kahvaltı tabağındaki çeşitli yiyecekler, ne dağların kuytu köşelerindeki çam ağaçlarının çiçeklerinden arıların özenle damıttığı iksir, ne köy tereyağı, peyniri ve kaymağı, heyecanını bir nebze olsun tümüyle azaltmaya yetmiyordu.
Taşçı bir an, ikinci akasya ağacının dibinde serili yaygıda oturan genç kadını ve kucağındaki oğlunu fark etti. Ne yanlarında birer kocası, ne de ötelerinde siyah renkte Murat 124 otomobilleri vardı. Yine de genç kadının güzel yüzündeki bir kıvılcım, Taşçı'nın yüreğine uçuşuverdi. İçinde ilk ilk bir şeyler gezindi. Genç kadına ve kucağındaki oğluna karşı tarifsiz bir yakınlık duydu.
Yanlarından geçerken, genç kadına bir kez daha baktı. Eğilip usulca seslendi:
“Zeynep!”
Genç kadın, gözlerinden ışık saçarak döndü, Taşçı'nın gözlerine kilitlendi. Çocuğunu dizinden indirip doğruldu.
“Dayı!”
Taşçı'nın koluna sıkı sıkıya tutunan Azize, ne olup bittiğini anlayamadan, akasya ağacının gölgesindeki genç kadın, koşup Taşçı'nın boynuna sarıldı.
Taşçı'nın gözleri bir kartal gibi çok uzaklara kilitlendi. Neredeyse bin dokuz yüz on beş yılının yirmi beş nisanında, ilk taarruzun püskürtüldüğü gün, Mehmetçik'e süngü taktırıp, “Ben size taarruz değil ölmeyi emrediyorum.” diyen gazi komutanı görür gibi oldu.
“Biz ölünceye kadar geçen zamanda yerimizi ancak başka komutanlar alabilir.” dedi. Çehresinin gerisinde yüzyılların görkemi, bol yarımadası'nın güneşi, düştüğü yerden dimdik yükselen Mustafa Kemal Atatürk'ü görebilmekteydi.
Hiçbir sarhoş şimdiye kadar böyle Taşçı'nın gördüğü kadar çok, boş vakit ve zaman israf etmemişti.
Taşçı'nın kaderine yazılmış ve bugünkü tarihe kaydedilmiş önemli bir buluşması vardı. Kahvaltıya indiğinden beri yüreği pir pir etmekteydi. Ne kahvaltı tabağındaki çeşitli yiyecekler, ne dağların kuytu köşelerindeki çam ağaçlarının çiçeklerinden arıların özenle damıttığı iksir, ne köy tereyağı, peyniri ve kaymağı, heyecanını bir nebze olsun tümüyle azaltmaya yetmiyordu.
Taşçı bir an, ikinci akasya ağacının dibinde serili yaygıda oturan genç kadını ve kucağındaki oğlunu fark etti. Ne yanlarında birer kocası, ne de ötelerinde siyah renkte Murat 124 otomobilleri vardı. Yine de genç kadının güzel yüzündeki bir kıvılcım, Taşçı'nın yüreğine uçuşuverdi. İçinde ilk ilk bir şeyler gezindi. Genç kadına ve kucağındaki oğluna karşı tarifsiz bir yakınlık duydu.
Yanlarından geçerken, genç kadına bir kez daha baktı. Eğilip usulca seslendi:
“Zeynep!”
Genç kadın, gözlerinden ışık saçarak döndü, Taşçı'nın gözlerine kilitlendi. Çocuğunu dizinden indirip doğruldu.
“Dayı!”
Taşçı'nın koluna sıkı sıkıya tutunan Azize, ne olup bittiğini anlayamadan, akasya ağacının gölgesindeki genç kadın, koşup Taşçı'nın boynuna sarıldı.
“Ben her sabah Çanakkale'de, güneşle birlikte Atatürk'ün de doğduğuna inanıyorum. Soluduğumuz havayı büyük kurtarıcımız da soludu. Rüzgar onun yüzüne ve kirpiklerine de dokundu bizim gibi. Toz, toprak, yağmur ona da değdi. Burası çok farklı bir şehir. Her noktası şehit kanlarıyla sulandı. Bu yüzden Çanakkale'yi çok seviyorum.”
Taşçı'nın gözleri bir kartal gibi çok uzaklara kilitlendi. Neredeyse bin dokuz yüz on beş yılının yirmi beş nisanında, ilk taarruzun püskürtüldüğü gün, Mehmetçik'e süngü taktırıp, “Ben size taarruz değil ölmeyi emrediyorum.” diyen gazi komutanı görür gibi oldu.
“Biz ölünceye kadar geçen zamanda yerimizi ancak başka komutanlar alabilir.” dedi. Çehresinin gerisinde yüzyılların görkemi, bol yarımadası'nın güneşi, düştüğü yerden dimdik yükselen Mustafa Kemal Atatürk'ü görebilmekteydi.
Hiçbir sarhoş şimdiye kadar böyle Taşçı'nın gördüğü kadar çok, boş vakit ve zaman israf etmemişti.
Taşçı'nın kaderine yazılmış ve bugünkü tarihe kaydedilmiş önemli bir buluşması vardı. Kahvaltıya indiğinden beri yüreği pir pir etmekteydi. Ne kahvaltı tabağındaki çeşitli yiyecekler, ne dağların kuytu köşelerindeki çam ağaçlarının çiçeklerinden arıların özenle damıttığı iksir, ne köy tereyağı, peyniri ve kaymağı, heyecanını bir nebze olsun tümüyle azaltmaya yetmiyordu.
Taşçı bir an, ikinci akasya ağacının dibinde serili yaygıda oturan genç kadını ve kucağındaki oğlunu fark etti. Ne yanlarında birer kocası, ne de ötelerinde siyah renkte Murat 124 otomobilleri vardı. Yine de genç kadının güzel yüzündeki bir kıvılcım, Taşçı'nın yüreğine uçuşuverdi. İçinde ilk ilk bir şeyler gezindi. Genç kadına ve kucağındaki oğluna karşı tarifsiz bir yakınlık duydu.
Yanlarından geçerken, genç kadına bir kez daha baktı. Eğilip usulca seslendi:
“Zeynep!”
Genç kadın, gözlerinden ışık saçarak döndü, Taşçı'nın gözlerine kilitlendi. Çocuğunu dizinden indirip doğruldu.
“Dayı!”
Taşçı'nın koluna sıkı sıkıya tutunan Azize, ne olup bittiğini anlayamadan, akasya ağacının gölgesindeki genç kadın, koşup Taşçı'nın boynuna sarıldı.
Taşçı'nın gözleri bir kartal gibi çok uzaklara kilitlendi. Neredeyse bin dokuz yüz on beş yılının yirmi beş nisanında, ilk taarruzun püskürtüldüğü gün, Mehmetçik'e süngü taktırıp, “Ben size taarruz değil ölmeyi emrediyorum.” diyen gazi komutanı görür gibi oldu.
“Biz ölünceye kadar geçen zamanda yerimizi ancak başka komutanlar alabilir.” dedi. Çehresinin gerisinde yüzyılların görkemi, bol yarımadası'nın güneşi, düştüğü yerden dimdik yükselen Mustafa Kemal Atatürk'ü görebilmekteydi.
Hiçbir sarhoş şimdiye kadar böyle Taşçı'nın gördüğü kadar çok, boş vakit ve zaman israf etmemişti.
Taşçı'nın kaderine yazılmış ve bugünkü tarihe kaydedilmiş önemli bir buluşması vardı. Kahvaltıya indiğinden beri yüreği pir pir etmekteydi. Ne kahvaltı tabağındaki çeşitli yiyecekler, ne dağların kuytu köşelerindeki çam ağaçlarının çiçeklerinden arıların özenle damıttığı iksir, ne köy tereyağı, peyniri ve kaymağı, heyecanını bir nebze olsun tümüyle azaltmaya yetmiyordu.
Taşçı bir an, ikinci akasya ağacının dibinde serili yaygıda oturan genç kadını ve kucağındaki oğlunu fark etti. Ne yanlarında birer kocası, ne de ötelerinde siyah renkte Murat 124 otomobilleri vardı. Yine de genç kadının güzel yüzündeki bir kıvılcım, Taşçı'nın yüreğine uçuşuverdi. İçinde ilk ilk bir şeyler gezindi. Genç kadına ve kucağındaki oğluna karşı tarifsiz bir yakınlık duydu.
Yanlarından geçerken, genç kadına bir kez daha baktı. Eğilip usulca seslendi:
“Zeynep!”
Genç kadın, gözlerinden ışık saçarak döndü, Taşçı'nın gözlerine kilitlendi. Çocuğunu dizinden indirip doğruldu.
“Dayı!”
Taşçı'nın koluna sıkı sıkıya tutunan Azize, ne olup bittiğini anlayamadan, akasya ağacının gölgesindeki genç kadın, koşup Taşçı'nın boynuna sarıldı.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.