#smrgSAHAF Tahkik ve Tevfik: Osmanlı - İran Diplomatik Münasebetlerinde Mezhep Tartışmaları - 2003

Basıldığı Matbaa:
Çalış Ofset
Dizi Adı:
Kitabevi: 186
Hazırlayan:
Ahmet Zeki İzgöer
Stok Kodu:
1199042741
Boyut:
16x24
Sayfa Sayısı:
282 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2003
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
0,00
1199042741
428762
Tahkik ve Tevfik: Osmanlı - İran Diplomatik Münasebetlerinde Mezhep Tartışmaları -        2003
Tahkik ve Tevfik: Osmanlı - İran Diplomatik Münasebetlerinde Mezhep Tartışmaları - 2003 #smrgSAHAF
0.00
Hazırladığımız bu çalışma, Osmanlı toplumunun yetiştirdiği önemli devlet adamı, şair ve tarihçi Koca Ragıp Mehmed Paşa tarafından kaleme alınan Tahkik ve Tevfik adlı eserin edisyon-kritiğidir. Eser, 1736 senesi Osmanlı-İran diplomatik münasebetleri için önemli bir kaynaktır. Özellikle İranlılarca Caferiliğin beşinci mezhep olarak kabulü teklifine karşı, bu talebin Osmanlılar tarafından reddi konusunda gerçekleştirilen tartışmaları içine almasıyla ön plana çıkmıştır...-Dr. Ahmet Zeki İzgöer

1736 yılında Afşar Hânendânın'dan Nâdir Şâh'ın , Safevî Hânedânını târih sahnesinden silerek İran'a hükümdâr olmasından sonra, Osmanlı-İran ilişkileri farklı bir boyuta taşınmıştır.Nâdir Şah , özellikle inanç açısından Osmanlı Devleti ile aradaki büyük farkları ortadan kaldırarak, Şii-Sünnî ihtilâfına son verip bir İslam Birliği kurma çabasına girişmiştir. Şii ve Sünniler arasındaki asıl ihtilafların Şah İsmail'in çıkardığı fitneler olduğunu belirten Nâdir Şah, dört halîfenin üstünlüklerini, Ashâb-ı kirâmın hepsine hürmet edilmesi lâzım olduğunu herkesin kabul etmesi gerektiğini söyleyerek Şii – Sünnî diyaloğu konusunda adeta bir çığır açmıştı. İran ve Osmanlı devlet ricali ile elçilikleri arasında çok önemli müzakereler akdedilmiş , özellikle mezhep konuları da bu müzakerelerde ele alınarak, İranlılar bu konunun çözümü içinde Osmanlı idaresine bir takım tekliflerde bulunmuşlardı. Siyasi ilişkileri sıcak tutmak adına karşılıklı esirlerin serbest bırakılması ve İstanbul ve Isfahan'da karşılıklı olarak elçi bulundurulması teklifi ile beraber, İranlı Hacılar için bir Hac emiri tayini ve Kabe'de Caferi mezhebi için bir rükün talebi de teklifte yer almakta idi. Aynı zamanda İranlılar Caferi mezhebinin beşinci mezhep olarak kabul edilmesini istemişlerdi.

Bu mevzular hakkında bir hayli hararetli 8 münazara yapılmış ve nihayet 24 Eylül 1736 tarihindeki son görüşmede 3 maddelik bir ahidnâme düzenlenmiş, İranlı Hacılar'ın Hac yolculukları için kolaylıklar sağlanmış, esirlerin serbestliği ile iki devlet başkentinde mîralem rütbesinde birer şehbender bulunduurlması kararlaştırılmıştır.Ayrıca bu üç maddenin sonuna eklenen zeylile İki devlet arasındaki hudut meselesi Sultan IV. Murad zamanındaki gibi olacağı, inanç konusunda da İran halkı, rafz ve bid'ati terk ederek usûl-i akaide Ehl-i Sünnet'e tabi olacağı belirtilmiştir.Bunun yanında Osmanlılar İran hacılarına dostça davranacakları, kendilerinden Osmanlı kanunlarına göre vergi alınacakğı, Osmanlı topraklarında İran'a, İran'dan da Osmanlı topraklarına kaçanlar himaye edilmeyeceği de kayda geçmiştir. Osmanlı uleması ise teklifler arasında yer alan , Caferî mezhebinin beşinci mezhep olması ve Kâbe'de bu mezhebe bir rükün tahsisi maddesini mahzurlu bularak kabule yanaşmamıştır. Ancak bu u hususta, İranlı âlimlerin fikirlerinden de istifade edilmesi düşünülerek İran'a iki Osmanlı aliminin gönderilmesine karar verilmiştir.

İran ile bu yumuşama dönemi ile Sultan I. Mahmud , bu konuların müstakil bir eser halinde yazılmasını isteyerek bu vazifeyi “Divân-ı Sultan üş-Şuara ve Şeyhü'l-vüzerâ” lakabıyla bilinen Mehmed Râgıp Efendi'ye tevdi etmiştir. Sonraların kudretli sadrazamı Koca Râgıp Paşa da , Osmanlı Devleti ile İran arasındaki ihtilâfların giderilebilmesinin ancak ilmi münazaralar ve geniş kapsamlı risâleler yazılmasıyla mümkün olacağına inandığından ötürüpadişahın bu emrini nimet bilerek “Tahkik ve Tevfik”i kaleme almıştır.

“Tahkik ve Tevfik”; bir mukaddime, üç bâb ve bir hâtimeden meydana gelmektedir. Mukaddimede İran'ın o zamanki siyâsi manzarası, Nâdir Şâh'ın tahta geçişi ve bu hususta Osmanlı Devleti'ne destek için başvurması ile, Şii-Sünnî ihtilâfının giderilmesi ve siyâsi ortamın normale dönmesi için öne sürdüğü teklifler kısaca ele alınmıştır.

Birinci Bâb; Nâdir Şah'ın söz konusu tekliflerin kabulü için padişaha, sadrazama ve şeyhülislâma yazdığı Farsça mektupların tercümelerini içermektedir.

İkinci Bâb, iki devlet arasında akdine karar verilen muâhedenin müzâkeresi için Osmanlı devlet ricalinin İran elçileri ile yaptıkları görüşmelerden ve bu görüşmelerin detaylarından bahsetmektedir. Özellikle meclisler,ziyâfetler, karşılıklı teâtiler ile alakâlı detayları birinci kaynaktan ele alması bakımından oldukça önem arzetmektedir.

Üçüncü Bab'da ise iki devlet arasında yapılan muâhede ve bu münasebetle teati olunan mektuplar bulunmakta, Pâdişah övgüsü ile hâtime bölümü eseri hitama erdirmektedir. Eserin büyük bir kısmı yazarın müşahedelerine dayanmaktadır. Râgıb Paşa, bizzat şahit olduğu hadiselerle birlikte, kendisinin de hazır bulunduğu müzakereler, meclisler ve ziyafetlere ait verdiği orijinal bilgilerin yanı sıra, devlet ricâlinden işittiği bazı malumatı da eserine derc etmiştir. Ayrıca yazarın , devletin resmî kayıtlarından özellikle Mühime defterlerinden büyük ölçüde istifade etmesi, eserin en büyük özelliklerindendir.

Ne yazık ki, uzun zaman gereği kadar ilgi görmeyen bu kitap, nihâyet 2003 yılında Kitabevi yayınları tarafından Ahmet Zeki İzgör'ün edisyon-kritik çalışması ile okuyucuya takdim edildi. Tahkik ve Tevfik, günümüzde dahi Osmanlı-İran münasebetleri, iki devletin tarihi, kültürü ve medeniyeti üzerine araştırma yapmak isteyenler için en önemli kaynakların başında gelmektedir.

Hazırladığımız bu çalışma, Osmanlı toplumunun yetiştirdiği önemli devlet adamı, şair ve tarihçi Koca Ragıp Mehmed Paşa tarafından kaleme alınan Tahkik ve Tevfik adlı eserin edisyon-kritiğidir. Eser, 1736 senesi Osmanlı-İran diplomatik münasebetleri için önemli bir kaynaktır. Özellikle İranlılarca Caferiliğin beşinci mezhep olarak kabulü teklifine karşı, bu talebin Osmanlılar tarafından reddi konusunda gerçekleştirilen tartışmaları içine almasıyla ön plana çıkmıştır...-Dr. Ahmet Zeki İzgöer

1736 yılında Afşar Hânendânın'dan Nâdir Şâh'ın , Safevî Hânedânını târih sahnesinden silerek İran'a hükümdâr olmasından sonra, Osmanlı-İran ilişkileri farklı bir boyuta taşınmıştır.Nâdir Şah , özellikle inanç açısından Osmanlı Devleti ile aradaki büyük farkları ortadan kaldırarak, Şii-Sünnî ihtilâfına son verip bir İslam Birliği kurma çabasına girişmiştir. Şii ve Sünniler arasındaki asıl ihtilafların Şah İsmail'in çıkardığı fitneler olduğunu belirten Nâdir Şah, dört halîfenin üstünlüklerini, Ashâb-ı kirâmın hepsine hürmet edilmesi lâzım olduğunu herkesin kabul etmesi gerektiğini söyleyerek Şii – Sünnî diyaloğu konusunda adeta bir çığır açmıştı. İran ve Osmanlı devlet ricali ile elçilikleri arasında çok önemli müzakereler akdedilmiş , özellikle mezhep konuları da bu müzakerelerde ele alınarak, İranlılar bu konunun çözümü içinde Osmanlı idaresine bir takım tekliflerde bulunmuşlardı. Siyasi ilişkileri sıcak tutmak adına karşılıklı esirlerin serbest bırakılması ve İstanbul ve Isfahan'da karşılıklı olarak elçi bulundurulması teklifi ile beraber, İranlı Hacılar için bir Hac emiri tayini ve Kabe'de Caferi mezhebi için bir rükün talebi de teklifte yer almakta idi. Aynı zamanda İranlılar Caferi mezhebinin beşinci mezhep olarak kabul edilmesini istemişlerdi.

Bu mevzular hakkında bir hayli hararetli 8 münazara yapılmış ve nihayet 24 Eylül 1736 tarihindeki son görüşmede 3 maddelik bir ahidnâme düzenlenmiş, İranlı Hacılar'ın Hac yolculukları için kolaylıklar sağlanmış, esirlerin serbestliği ile iki devlet başkentinde mîralem rütbesinde birer şehbender bulunduurlması kararlaştırılmıştır.Ayrıca bu üç maddenin sonuna eklenen zeylile İki devlet arasındaki hudut meselesi Sultan IV. Murad zamanındaki gibi olacağı, inanç konusunda da İran halkı, rafz ve bid'ati terk ederek usûl-i akaide Ehl-i Sünnet'e tabi olacağı belirtilmiştir.Bunun yanında Osmanlılar İran hacılarına dostça davranacakları, kendilerinden Osmanlı kanunlarına göre vergi alınacakğı, Osmanlı topraklarında İran'a, İran'dan da Osmanlı topraklarına kaçanlar himaye edilmeyeceği de kayda geçmiştir. Osmanlı uleması ise teklifler arasında yer alan , Caferî mezhebinin beşinci mezhep olması ve Kâbe'de bu mezhebe bir rükün tahsisi maddesini mahzurlu bularak kabule yanaşmamıştır. Ancak bu u hususta, İranlı âlimlerin fikirlerinden de istifade edilmesi düşünülerek İran'a iki Osmanlı aliminin gönderilmesine karar verilmiştir.

İran ile bu yumuşama dönemi ile Sultan I. Mahmud , bu konuların müstakil bir eser halinde yazılmasını isteyerek bu vazifeyi “Divân-ı Sultan üş-Şuara ve Şeyhü'l-vüzerâ” lakabıyla bilinen Mehmed Râgıp Efendi'ye tevdi etmiştir. Sonraların kudretli sadrazamı Koca Râgıp Paşa da , Osmanlı Devleti ile İran arasındaki ihtilâfların giderilebilmesinin ancak ilmi münazaralar ve geniş kapsamlı risâleler yazılmasıyla mümkün olacağına inandığından ötürüpadişahın bu emrini nimet bilerek “Tahkik ve Tevfik”i kaleme almıştır.

“Tahkik ve Tevfik”; bir mukaddime, üç bâb ve bir hâtimeden meydana gelmektedir. Mukaddimede İran'ın o zamanki siyâsi manzarası, Nâdir Şâh'ın tahta geçişi ve bu hususta Osmanlı Devleti'ne destek için başvurması ile, Şii-Sünnî ihtilâfının giderilmesi ve siyâsi ortamın normale dönmesi için öne sürdüğü teklifler kısaca ele alınmıştır.

Birinci Bâb; Nâdir Şah'ın söz konusu tekliflerin kabulü için padişaha, sadrazama ve şeyhülislâma yazdığı Farsça mektupların tercümelerini içermektedir.

İkinci Bâb, iki devlet arasında akdine karar verilen muâhedenin müzâkeresi için Osmanlı devlet ricalinin İran elçileri ile yaptıkları görüşmelerden ve bu görüşmelerin detaylarından bahsetmektedir. Özellikle meclisler,ziyâfetler, karşılıklı teâtiler ile alakâlı detayları birinci kaynaktan ele alması bakımından oldukça önem arzetmektedir.

Üçüncü Bab'da ise iki devlet arasında yapılan muâhede ve bu münasebetle teati olunan mektuplar bulunmakta, Pâdişah övgüsü ile hâtime bölümü eseri hitama erdirmektedir. Eserin büyük bir kısmı yazarın müşahedelerine dayanmaktadır. Râgıb Paşa, bizzat şahit olduğu hadiselerle birlikte, kendisinin de hazır bulunduğu müzakereler, meclisler ve ziyafetlere ait verdiği orijinal bilgilerin yanı sıra, devlet ricâlinden işittiği bazı malumatı da eserine derc etmiştir. Ayrıca yazarın , devletin resmî kayıtlarından özellikle Mühime defterlerinden büyük ölçüde istifade etmesi, eserin en büyük özelliklerindendir.

Ne yazık ki, uzun zaman gereği kadar ilgi görmeyen bu kitap, nihâyet 2003 yılında Kitabevi yayınları tarafından Ahmet Zeki İzgör'ün edisyon-kritik çalışması ile okuyucuya takdim edildi. Tahkik ve Tevfik, günümüzde dahi Osmanlı-İran münasebetleri, iki devletin tarihi, kültürü ve medeniyeti üzerine araştırma yapmak isteyenler için en önemli kaynakların başında gelmektedir.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat