TADIMLIK
Gördüm nasıl
Nar alacasına bulandığını
Dağların denizin
Birkaç adım ötede
Duruyor kumsal
Gümüş kanatlı kuşlar
Öreninde özlemin.
Yağmurlar hiç olmayacaktı sanki. Gökyüzü masmaviydi. Güneş tam karşıdan vuruyordu. Aydınlık gözdeliciydi. Güneyde bir kıyı yoluydu. Ansızın denize inilmişti. Sonra, bir süre denizden uzaklaşılmıştı. Derken yol, kıyıya daha yakın gelmişti. Şimdi lâcivert, çoğu kez de cam göbeği bir deniz, sıcakkanlı, yolun böğrüne iyice sokuluyor, giderek usulca kaçıyor, sonra, uzaklarda giyindiği pusundan soyuna soyuna, ona daha yakın geliyordu. Denizin kayalara gire çıka, içlerini doldura boşalta çıkardığı uğultu da. Sabırlı bir öfkeyi yoğuran uğultuydu. Çığlıklarla dışa vurulmamış bir yürek boğulmasıydı, denizde.
(Kuzeyden inip, aşağı yukarı aynı saatlerde Antalya'dan Alanya'ya doğru yol alırken, denizle karanın, özellikle de kıyı yolunun ilişkisini buna yakın bir biçimde algılamış bulunduğum için, peşine düştüğüm kadının da böyle algıladığını sanmam doğaldır. Üstelik, bu izlenimleri başkalarına aktarmaya giriştiğime göre, oralardan geçmiş bulunsun bulunmasın, o başkalarının da hemen hemen aynı izlenimlerle bize katılmalarını istediğim de çok açık. Benim dıştan gözleyerek o kadının bakışına yamamaya çalıştığım ne varsa, hepsini başkaları kendi gözleriyle tartıp değerlendirsinler, ellerinden geliyorsa çoğaltıp zenginleştirsinler, diye de bir çağrı. Daha doğrusu, bir dürtme. Öyle ya, anlatan da bulunmasa, öyle durup dururken bir yığın kimse, aynı an'da bir solukta güneydeki o kıyı yoluna inivermiş olamazdı.)
TADIMLIK
Gördüm nasıl
Nar alacasına bulandığını
Dağların denizin
Birkaç adım ötede
Duruyor kumsal
Gümüş kanatlı kuşlar
Öreninde özlemin.
Yağmurlar hiç olmayacaktı sanki. Gökyüzü masmaviydi. Güneş tam karşıdan vuruyordu. Aydınlık gözdeliciydi. Güneyde bir kıyı yoluydu. Ansızın denize inilmişti. Sonra, bir süre denizden uzaklaşılmıştı. Derken yol, kıyıya daha yakın gelmişti. Şimdi lâcivert, çoğu kez de cam göbeği bir deniz, sıcakkanlı, yolun böğrüne iyice sokuluyor, giderek usulca kaçıyor, sonra, uzaklarda giyindiği pusundan soyuna soyuna, ona daha yakın geliyordu. Denizin kayalara gire çıka, içlerini doldura boşalta çıkardığı uğultu da. Sabırlı bir öfkeyi yoğuran uğultuydu. Çığlıklarla dışa vurulmamış bir yürek boğulmasıydı, denizde.
(Kuzeyden inip, aşağı yukarı aynı saatlerde Antalya'dan Alanya'ya doğru yol alırken, denizle karanın, özellikle de kıyı yolunun ilişkisini buna yakın bir biçimde algılamış bulunduğum için, peşine düştüğüm kadının da böyle algıladığını sanmam doğaldır. Üstelik, bu izlenimleri başkalarına aktarmaya giriştiğime göre, oralardan geçmiş bulunsun bulunmasın, o başkalarının da hemen hemen aynı izlenimlerle bize katılmalarını istediğim de çok açık. Benim dıştan gözleyerek o kadının bakışına yamamaya çalıştığım ne varsa, hepsini başkaları kendi gözleriyle tartıp değerlendirsinler, ellerinden geliyorsa çoğaltıp zenginleştirsinler, diye de bir çağrı. Daha doğrusu, bir dürtme. Öyle ya, anlatan da bulunmasa, öyle durup dururken bir yığın kimse, aynı an'da bir solukta güneydeki o kıyı yoluna inivermiş olamazdı.)