#smrgKİTABEVİ Bu Kızı Ben Uydurmadım - 2025
Editör:
Kondisyon:
Yeni
Sunuş / Önsöz / Sonsöz / Giriş:
Basıldığı Matbaa:
ISBN-10:
6256651951
Kargoya Teslim Süresi (İş Günü):
3&7
Hazırlayan:
Cilt:
Amerikan Cilt
Ciltçi:
Boyut:
21x28
Sayfa Sayısı:
148
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2025
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Enso
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
182,00
Havale/EFT ile:
176,54
Siparişiniz 3&7 iş günü arasında kargoda
1199247833
634981
https://www.simurgkitabevi.com/bu-kizi-ben-uydurmadim-2025
Bu Kızı Ben Uydurmadım - 2025 #smrgKİTABEVİ
182.00
Demet Yılmazkuday, ilk romanı Bu Kızı Ben Uydurmadım'da okurunu hem bireysel hem de toplumsal belleğin kıvrımlarına davet ediyor. Çocukluğun masumiyetinden beslenen anlatı, okurun karşısına ilk bakışta “oyun” ve “paylaşma” gibi basit görünen sahneler çıkarıyor; fakat satır aralarında büyük kırılmaların, kayıpların ve politik göndermelerin izlerini taşıyor.
Romanın her bölümünde bir yiyecek ismi karşımıza çıkıyor: “Çikolata”, “Portakal”, “Akide Şekeri”, “Mücver”, “Kabak Dolması”… Bu tercihler, yalnızca nostaljik birer çağrışım yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda çocuk gözünden hatırlanan, aileyle, dostlukla ve çoğu zaman yoklukla örülü hayatın sembollerine dönüşüyor. Bir parça çikolatanın paylaşıldığı sınıf, bir portakal kabuğundan yapılan oyuncağın dondurduğu anı, savaşın gölgesinde bile sürdürülen çocuk oyunları… Hepsi bir yandan kaybolan masumiyetin, diğer yandan dayanışmanın güçlü metaforları olarak beliriyor.
Yılmazkuday, anlatısını büyük ideallerin ve politik tartışmaların ağır diliyle değil, çocukluk anılarının naif ve yalın bakışıyla kuruyor. Bu naiflik, okurda çarpıcı bir etki bırakıyor: Çocuk gözüyle görülen adaletsizlikler, diktatörlükler, savaşlar ya da göç deneyimleri, en sade haliyle dile gelerek daha da sarsıcı bir hâl alıyor.
Aynı zamanda roman, gurbette büyüyen bir çocuğun dünyasına ayna tutuyor. Yabancı bir ülkede, bilmediği bir dilin içinde, sürekli taşınmalar ve kayıplar arasında, okulda ve arkadaş çevresinde kendine bir yer açma çabası… Tüm bu deneyimler, küçük şeylerin –bir çikolata, bir oyuncak bebek, bir portakal kabuğu– nasıl büyük anlamlar yüklenebileceğini gösteriyor.
Bu Kızı Ben Uydurmadım, hem kişisel bir büyüme hikâyesi hem de toplumsal hafızanın iz düşümü. Sade diliyle okuru içine çekerken, derinliğiyle uzun süre zihinden çıkmayacak bir okuma deneyimi sunuyor.
Romanın her bölümünde bir yiyecek ismi karşımıza çıkıyor: “Çikolata”, “Portakal”, “Akide Şekeri”, “Mücver”, “Kabak Dolması”… Bu tercihler, yalnızca nostaljik birer çağrışım yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda çocuk gözünden hatırlanan, aileyle, dostlukla ve çoğu zaman yoklukla örülü hayatın sembollerine dönüşüyor. Bir parça çikolatanın paylaşıldığı sınıf, bir portakal kabuğundan yapılan oyuncağın dondurduğu anı, savaşın gölgesinde bile sürdürülen çocuk oyunları… Hepsi bir yandan kaybolan masumiyetin, diğer yandan dayanışmanın güçlü metaforları olarak beliriyor.
Yılmazkuday, anlatısını büyük ideallerin ve politik tartışmaların ağır diliyle değil, çocukluk anılarının naif ve yalın bakışıyla kuruyor. Bu naiflik, okurda çarpıcı bir etki bırakıyor: Çocuk gözüyle görülen adaletsizlikler, diktatörlükler, savaşlar ya da göç deneyimleri, en sade haliyle dile gelerek daha da sarsıcı bir hâl alıyor.
Aynı zamanda roman, gurbette büyüyen bir çocuğun dünyasına ayna tutuyor. Yabancı bir ülkede, bilmediği bir dilin içinde, sürekli taşınmalar ve kayıplar arasında, okulda ve arkadaş çevresinde kendine bir yer açma çabası… Tüm bu deneyimler, küçük şeylerin –bir çikolata, bir oyuncak bebek, bir portakal kabuğu– nasıl büyük anlamlar yüklenebileceğini gösteriyor.
Bu Kızı Ben Uydurmadım, hem kişisel bir büyüme hikâyesi hem de toplumsal hafızanın iz düşümü. Sade diliyle okuru içine çekerken, derinliğiyle uzun süre zihinden çıkmayacak bir okuma deneyimi sunuyor.
Demet Yılmazkuday, ilk romanı Bu Kızı Ben Uydurmadım'da okurunu hem bireysel hem de toplumsal belleğin kıvrımlarına davet ediyor. Çocukluğun masumiyetinden beslenen anlatı, okurun karşısına ilk bakışta “oyun” ve “paylaşma” gibi basit görünen sahneler çıkarıyor; fakat satır aralarında büyük kırılmaların, kayıpların ve politik göndermelerin izlerini taşıyor.
Romanın her bölümünde bir yiyecek ismi karşımıza çıkıyor: “Çikolata”, “Portakal”, “Akide Şekeri”, “Mücver”, “Kabak Dolması”… Bu tercihler, yalnızca nostaljik birer çağrışım yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda çocuk gözünden hatırlanan, aileyle, dostlukla ve çoğu zaman yoklukla örülü hayatın sembollerine dönüşüyor. Bir parça çikolatanın paylaşıldığı sınıf, bir portakal kabuğundan yapılan oyuncağın dondurduğu anı, savaşın gölgesinde bile sürdürülen çocuk oyunları… Hepsi bir yandan kaybolan masumiyetin, diğer yandan dayanışmanın güçlü metaforları olarak beliriyor.
Yılmazkuday, anlatısını büyük ideallerin ve politik tartışmaların ağır diliyle değil, çocukluk anılarının naif ve yalın bakışıyla kuruyor. Bu naiflik, okurda çarpıcı bir etki bırakıyor: Çocuk gözüyle görülen adaletsizlikler, diktatörlükler, savaşlar ya da göç deneyimleri, en sade haliyle dile gelerek daha da sarsıcı bir hâl alıyor.
Aynı zamanda roman, gurbette büyüyen bir çocuğun dünyasına ayna tutuyor. Yabancı bir ülkede, bilmediği bir dilin içinde, sürekli taşınmalar ve kayıplar arasında, okulda ve arkadaş çevresinde kendine bir yer açma çabası… Tüm bu deneyimler, küçük şeylerin –bir çikolata, bir oyuncak bebek, bir portakal kabuğu– nasıl büyük anlamlar yüklenebileceğini gösteriyor.
Bu Kızı Ben Uydurmadım, hem kişisel bir büyüme hikâyesi hem de toplumsal hafızanın iz düşümü. Sade diliyle okuru içine çekerken, derinliğiyle uzun süre zihinden çıkmayacak bir okuma deneyimi sunuyor.
Romanın her bölümünde bir yiyecek ismi karşımıza çıkıyor: “Çikolata”, “Portakal”, “Akide Şekeri”, “Mücver”, “Kabak Dolması”… Bu tercihler, yalnızca nostaljik birer çağrışım yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda çocuk gözünden hatırlanan, aileyle, dostlukla ve çoğu zaman yoklukla örülü hayatın sembollerine dönüşüyor. Bir parça çikolatanın paylaşıldığı sınıf, bir portakal kabuğundan yapılan oyuncağın dondurduğu anı, savaşın gölgesinde bile sürdürülen çocuk oyunları… Hepsi bir yandan kaybolan masumiyetin, diğer yandan dayanışmanın güçlü metaforları olarak beliriyor.
Yılmazkuday, anlatısını büyük ideallerin ve politik tartışmaların ağır diliyle değil, çocukluk anılarının naif ve yalın bakışıyla kuruyor. Bu naiflik, okurda çarpıcı bir etki bırakıyor: Çocuk gözüyle görülen adaletsizlikler, diktatörlükler, savaşlar ya da göç deneyimleri, en sade haliyle dile gelerek daha da sarsıcı bir hâl alıyor.
Aynı zamanda roman, gurbette büyüyen bir çocuğun dünyasına ayna tutuyor. Yabancı bir ülkede, bilmediği bir dilin içinde, sürekli taşınmalar ve kayıplar arasında, okulda ve arkadaş çevresinde kendine bir yer açma çabası… Tüm bu deneyimler, küçük şeylerin –bir çikolata, bir oyuncak bebek, bir portakal kabuğu– nasıl büyük anlamlar yüklenebileceğini gösteriyor.
Bu Kızı Ben Uydurmadım, hem kişisel bir büyüme hikâyesi hem de toplumsal hafızanın iz düşümü. Sade diliyle okuru içine çekerken, derinliğiyle uzun süre zihinden çıkmayacak bir okuma deneyimi sunuyor.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.