#smrgKİTABEVİ Bios : Biyopolitika ve Felsefe - 2025
Editör:
Kondisyon:
Yeni
Sunuş / Önsöz / Sonsöz / Giriş:
Basıldığı Matbaa:
Deniz Ofset Matbaacılık
Dizi Adı:
ISBN-10:
6052604472
Kargoya Teslim Süresi (İş Günü):
3&7
Hazırlayan:
Cilt:
Amerikan Cilt
Ciltçi:
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
286
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2025
Çeviren:
Onur Kartal
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Enso
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
280,00
Havale/EFT ile:
271,60
Siparişiniz 3&7 iş günü arasında kargoda
1199247951
635084
https://www.simurgkitabevi.com/bios-biyopolitika-ve-felsefe-2025
Bios : Biyopolitika ve Felsefe - 2025 #smrgKİTABEVİ
280.00
Çağımızın önemli düşünürlerinden Esposito'nun çağın klasikleri arasında anılan eseri Bios bugünün en önemli başlıklarını ele alan bir eser.
Birilerin yaşaması için başkalarının ölmesi mi gerekir? Yaşamımızın ancak başkasının yok olmasıyla güzelleşebileceği inancı kaynağını nerede bulur? İnsanlığın selameti için hangi yaşamlar kurtarılmalı, hangi yaşamlar yok edilmelidir? Yaşanmaya değer yaşamlar ile değerden yoksun yaşamlar arasındaki çizgi kim tarafından nasıl çizilir? Bu çizgi nasıl haklı çıkarılır? Bütün bu sorular epeydir biyopolitikanın gündemini meşgul ediyor. Bunları yanıtlamaksa politikanın, hukukun ve yaşamın hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği, hatta üst üste bindiği günümüzde daha da yakıcı hale geliyor. Kitlesel göçler, sağlık stratejileri, salgınlar, doğum, kürtaj ve öjeni politikaları, güvenlik fetişizmi, faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, sınırsız süresiz olağanüstü hâl politikaları, savaşlar ve hatta barışlar hep bu eksende anlamını buluyor. Yaşamın zıddı artık ölüm değil, başka bir yaşam, başkasının, başkalarının yaşamı. Böyle olduğunda bir yaşam politikası, bir anda bir ölüm fabrikasına dönüşebiliyor.
Yaşam dolaysızca politikaya tercüme olurken politikanın giderek biyolojik bir mizaca büründüğü yerde İtalyan düşünür Roberto Esposito, Michel Foucault ve Agamben'den sonra biyopolitikanın belki de en kuvvetli felsefi hattını örüyor. Felsefi diyoruz çünkü Esposito felsefe tarihinde derinlemesine bir yolculuğa çıkıyor. Platon, Aristoteles, Hobbes, Spinoza, Locke ve Nietzsche bu yolculuğun en önemli uğrak yerleri. Heidegger, Arendt, Merleau-Ponty, Simondon, Canguilhem ve Deleuze gibi isimlerse Esposito'nun çağımızın çıkmaz sokaklarını ve kaçış noktalarını tespit ederken diyaloğa girdiği düşünürler. İtalyan düşünürün bu isimlerle kurduğu temaslar salt teorik bir içerikten oluşuyor sanılmasın. Zira onun derdi, modernliğin beşiğindeki liberal bireycilikten beslenip sırf yaşamı muhafaza etmek, onu olası bütün düşmanlara karşı savunmak uğruna totalitarizme varan ve Nazizm'de hem zirve noktasını hem de kıyametini bulan bir ölüm politikasına karşı; yaşamı gelişip serpilmeye, zenginleşmeye, yaratmaya ve çoğaltmaya teşvik eden bir biyopolitika düşüncesi oluşturmak. Bireyseli değil kolektifi; mülkiyeti, el koymayı değil, armağan etmeyi, kamulaştırmayı savunan; başkasını düşman değil, ortak gören bir düşünce bu. Bu düşünceye kulak veriyoruz çünkü Esposito bir yaşam filozofu. Felsefeyi yaşamın, yaşamımızın tam ortasına yerleştiriyor. En karanlık zamanlarında bile politikadan vazgeçmiyor. Yaşamı politikanın bir işlevi, bir enstrümanı olmaktan çıkarıp politikayı yaşamın ta kendisi kılmak istiyor. Belki de bu yüzden politikanın artık bir ölüm kalım meselesi olduğu bu coğrafyada Esposito'nun karamsarlıktan değil, umuttan ve dirençten beslenen yaşam felsefesi ahvalimizi kalbinden yakalıyor.
Birilerin yaşaması için başkalarının ölmesi mi gerekir? Yaşamımızın ancak başkasının yok olmasıyla güzelleşebileceği inancı kaynağını nerede bulur? İnsanlığın selameti için hangi yaşamlar kurtarılmalı, hangi yaşamlar yok edilmelidir? Yaşanmaya değer yaşamlar ile değerden yoksun yaşamlar arasındaki çizgi kim tarafından nasıl çizilir? Bu çizgi nasıl haklı çıkarılır? Bütün bu sorular epeydir biyopolitikanın gündemini meşgul ediyor. Bunları yanıtlamaksa politikanın, hukukun ve yaşamın hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği, hatta üst üste bindiği günümüzde daha da yakıcı hale geliyor. Kitlesel göçler, sağlık stratejileri, salgınlar, doğum, kürtaj ve öjeni politikaları, güvenlik fetişizmi, faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, sınırsız süresiz olağanüstü hâl politikaları, savaşlar ve hatta barışlar hep bu eksende anlamını buluyor. Yaşamın zıddı artık ölüm değil, başka bir yaşam, başkasının, başkalarının yaşamı. Böyle olduğunda bir yaşam politikası, bir anda bir ölüm fabrikasına dönüşebiliyor.
Yaşam dolaysızca politikaya tercüme olurken politikanın giderek biyolojik bir mizaca büründüğü yerde İtalyan düşünür Roberto Esposito, Michel Foucault ve Agamben'den sonra biyopolitikanın belki de en kuvvetli felsefi hattını örüyor. Felsefi diyoruz çünkü Esposito felsefe tarihinde derinlemesine bir yolculuğa çıkıyor. Platon, Aristoteles, Hobbes, Spinoza, Locke ve Nietzsche bu yolculuğun en önemli uğrak yerleri. Heidegger, Arendt, Merleau-Ponty, Simondon, Canguilhem ve Deleuze gibi isimlerse Esposito'nun çağımızın çıkmaz sokaklarını ve kaçış noktalarını tespit ederken diyaloğa girdiği düşünürler. İtalyan düşünürün bu isimlerle kurduğu temaslar salt teorik bir içerikten oluşuyor sanılmasın. Zira onun derdi, modernliğin beşiğindeki liberal bireycilikten beslenip sırf yaşamı muhafaza etmek, onu olası bütün düşmanlara karşı savunmak uğruna totalitarizme varan ve Nazizm'de hem zirve noktasını hem de kıyametini bulan bir ölüm politikasına karşı; yaşamı gelişip serpilmeye, zenginleşmeye, yaratmaya ve çoğaltmaya teşvik eden bir biyopolitika düşüncesi oluşturmak. Bireyseli değil kolektifi; mülkiyeti, el koymayı değil, armağan etmeyi, kamulaştırmayı savunan; başkasını düşman değil, ortak gören bir düşünce bu. Bu düşünceye kulak veriyoruz çünkü Esposito bir yaşam filozofu. Felsefeyi yaşamın, yaşamımızın tam ortasına yerleştiriyor. En karanlık zamanlarında bile politikadan vazgeçmiyor. Yaşamı politikanın bir işlevi, bir enstrümanı olmaktan çıkarıp politikayı yaşamın ta kendisi kılmak istiyor. Belki de bu yüzden politikanın artık bir ölüm kalım meselesi olduğu bu coğrafyada Esposito'nun karamsarlıktan değil, umuttan ve dirençten beslenen yaşam felsefesi ahvalimizi kalbinden yakalıyor.
Çağımızın önemli düşünürlerinden Esposito'nun çağın klasikleri arasında anılan eseri Bios bugünün en önemli başlıklarını ele alan bir eser.
Birilerin yaşaması için başkalarının ölmesi mi gerekir? Yaşamımızın ancak başkasının yok olmasıyla güzelleşebileceği inancı kaynağını nerede bulur? İnsanlığın selameti için hangi yaşamlar kurtarılmalı, hangi yaşamlar yok edilmelidir? Yaşanmaya değer yaşamlar ile değerden yoksun yaşamlar arasındaki çizgi kim tarafından nasıl çizilir? Bu çizgi nasıl haklı çıkarılır? Bütün bu sorular epeydir biyopolitikanın gündemini meşgul ediyor. Bunları yanıtlamaksa politikanın, hukukun ve yaşamın hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği, hatta üst üste bindiği günümüzde daha da yakıcı hale geliyor. Kitlesel göçler, sağlık stratejileri, salgınlar, doğum, kürtaj ve öjeni politikaları, güvenlik fetişizmi, faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, sınırsız süresiz olağanüstü hâl politikaları, savaşlar ve hatta barışlar hep bu eksende anlamını buluyor. Yaşamın zıddı artık ölüm değil, başka bir yaşam, başkasının, başkalarının yaşamı. Böyle olduğunda bir yaşam politikası, bir anda bir ölüm fabrikasına dönüşebiliyor.
Yaşam dolaysızca politikaya tercüme olurken politikanın giderek biyolojik bir mizaca büründüğü yerde İtalyan düşünür Roberto Esposito, Michel Foucault ve Agamben'den sonra biyopolitikanın belki de en kuvvetli felsefi hattını örüyor. Felsefi diyoruz çünkü Esposito felsefe tarihinde derinlemesine bir yolculuğa çıkıyor. Platon, Aristoteles, Hobbes, Spinoza, Locke ve Nietzsche bu yolculuğun en önemli uğrak yerleri. Heidegger, Arendt, Merleau-Ponty, Simondon, Canguilhem ve Deleuze gibi isimlerse Esposito'nun çağımızın çıkmaz sokaklarını ve kaçış noktalarını tespit ederken diyaloğa girdiği düşünürler. İtalyan düşünürün bu isimlerle kurduğu temaslar salt teorik bir içerikten oluşuyor sanılmasın. Zira onun derdi, modernliğin beşiğindeki liberal bireycilikten beslenip sırf yaşamı muhafaza etmek, onu olası bütün düşmanlara karşı savunmak uğruna totalitarizme varan ve Nazizm'de hem zirve noktasını hem de kıyametini bulan bir ölüm politikasına karşı; yaşamı gelişip serpilmeye, zenginleşmeye, yaratmaya ve çoğaltmaya teşvik eden bir biyopolitika düşüncesi oluşturmak. Bireyseli değil kolektifi; mülkiyeti, el koymayı değil, armağan etmeyi, kamulaştırmayı savunan; başkasını düşman değil, ortak gören bir düşünce bu. Bu düşünceye kulak veriyoruz çünkü Esposito bir yaşam filozofu. Felsefeyi yaşamın, yaşamımızın tam ortasına yerleştiriyor. En karanlık zamanlarında bile politikadan vazgeçmiyor. Yaşamı politikanın bir işlevi, bir enstrümanı olmaktan çıkarıp politikayı yaşamın ta kendisi kılmak istiyor. Belki de bu yüzden politikanın artık bir ölüm kalım meselesi olduğu bu coğrafyada Esposito'nun karamsarlıktan değil, umuttan ve dirençten beslenen yaşam felsefesi ahvalimizi kalbinden yakalıyor.
Birilerin yaşaması için başkalarının ölmesi mi gerekir? Yaşamımızın ancak başkasının yok olmasıyla güzelleşebileceği inancı kaynağını nerede bulur? İnsanlığın selameti için hangi yaşamlar kurtarılmalı, hangi yaşamlar yok edilmelidir? Yaşanmaya değer yaşamlar ile değerden yoksun yaşamlar arasındaki çizgi kim tarafından nasıl çizilir? Bu çizgi nasıl haklı çıkarılır? Bütün bu sorular epeydir biyopolitikanın gündemini meşgul ediyor. Bunları yanıtlamaksa politikanın, hukukun ve yaşamın hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği, hatta üst üste bindiği günümüzde daha da yakıcı hale geliyor. Kitlesel göçler, sağlık stratejileri, salgınlar, doğum, kürtaj ve öjeni politikaları, güvenlik fetişizmi, faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, sınırsız süresiz olağanüstü hâl politikaları, savaşlar ve hatta barışlar hep bu eksende anlamını buluyor. Yaşamın zıddı artık ölüm değil, başka bir yaşam, başkasının, başkalarının yaşamı. Böyle olduğunda bir yaşam politikası, bir anda bir ölüm fabrikasına dönüşebiliyor.
Yaşam dolaysızca politikaya tercüme olurken politikanın giderek biyolojik bir mizaca büründüğü yerde İtalyan düşünür Roberto Esposito, Michel Foucault ve Agamben'den sonra biyopolitikanın belki de en kuvvetli felsefi hattını örüyor. Felsefi diyoruz çünkü Esposito felsefe tarihinde derinlemesine bir yolculuğa çıkıyor. Platon, Aristoteles, Hobbes, Spinoza, Locke ve Nietzsche bu yolculuğun en önemli uğrak yerleri. Heidegger, Arendt, Merleau-Ponty, Simondon, Canguilhem ve Deleuze gibi isimlerse Esposito'nun çağımızın çıkmaz sokaklarını ve kaçış noktalarını tespit ederken diyaloğa girdiği düşünürler. İtalyan düşünürün bu isimlerle kurduğu temaslar salt teorik bir içerikten oluşuyor sanılmasın. Zira onun derdi, modernliğin beşiğindeki liberal bireycilikten beslenip sırf yaşamı muhafaza etmek, onu olası bütün düşmanlara karşı savunmak uğruna totalitarizme varan ve Nazizm'de hem zirve noktasını hem de kıyametini bulan bir ölüm politikasına karşı; yaşamı gelişip serpilmeye, zenginleşmeye, yaratmaya ve çoğaltmaya teşvik eden bir biyopolitika düşüncesi oluşturmak. Bireyseli değil kolektifi; mülkiyeti, el koymayı değil, armağan etmeyi, kamulaştırmayı savunan; başkasını düşman değil, ortak gören bir düşünce bu. Bu düşünceye kulak veriyoruz çünkü Esposito bir yaşam filozofu. Felsefeyi yaşamın, yaşamımızın tam ortasına yerleştiriyor. En karanlık zamanlarında bile politikadan vazgeçmiyor. Yaşamı politikanın bir işlevi, bir enstrümanı olmaktan çıkarıp politikayı yaşamın ta kendisi kılmak istiyor. Belki de bu yüzden politikanın artık bir ölüm kalım meselesi olduğu bu coğrafyada Esposito'nun karamsarlıktan değil, umuttan ve dirençten beslenen yaşam felsefesi ahvalimizi kalbinden yakalıyor.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.